Hayatı Muazzam Bir Şiir
güne ağırlaşan İstiklal şairi Mısır Apartmanı'nda teslim etmişti ruhunu, sessiz sedasız ayrılmıştı aramızdan.
Takvimler 28 Aralık’ı gösterirken Akif’i ebediyete uğurlamak için üst düzey bir cenaze merasimi düzenlenmişti diyebilmeyi çok isterdik. Lakin Akif at arabasının arkasında, üzerinde bir örtü dahi bulunmayan tabutla kimsesiz bir kimseymiş gibi camii avlusuna getirildi. Camiinin yakınında bulunan üniversite talebeleri bu kimsesiz(!) cenazenin namazını eda etmek üzere harekete geçmişti ki merhumun Akif olduğu anlaşılınca talebeler şaşırdılar. Nasıl olurdu da İstiklal Marşı’nın şairi meçhul bir kimse gibi tabiri caizse terk edilirdi. Yıllarca vatan için didinen Akif’in cenazesinde neden vatana hükmedenlerden bir kişi bile yoktu. İstiklal Marşı’na gösterilen saygı bu muydu? Vatan için, millet için, Allah rızası için yaşamış Akif’e bir cenaze töreni bile çok muydu?
Mehmed Akif Ersoy büyük bir insandı. Samimi ve şuurlu bir Müslümandı. Milleti kurtaracak haller mevcuttu Akif'te. Sade bir şair değildi Akif. Sporcuydu aynı zamanda vaizdi, müfessirdi, veteriner hekimdi. İki mefhumu, söylemle eylemi birlemişti. Milletin en sıkıntılı anlarında düşünmüş, yazmış, söylemiş ve yapmıştı.
Muhalifti ama muhalefet olmak için değil çözümü beyan etmek için muhalifti. Yayınlanan ilk şiiri olan Kuran'a Hitap’ta kıyasıya eleştirmişti. Eleştirmişti, milletine hakikati beyan etmek için "İnmemiştir hele Kur'an" demişti. Derdi olmayan bunu diyemezdi, diyemediler. Kendini adadığı davayı ve davanın muhatabı olan insanlarını, ilk sırada milletini, kendinden önce düşünmüştü hep.
Mehmed Akif Ersoy büyük bir insandı. Samimi ve şuurlu bir Müslümandı. Milleti kurtaracak haller mevcuttu Akif'te. Sade bir şair değildi Akif. Sporcuydu aynı zamanda vaizdi, müfessirdi, veteriner hekimdi. İki mefhumu, söylemle eylemi birlemişti. Milletin en sıkıntılı anlarında düşünmüş, yazmış, söylemiş ve yapmıştı.
Muhalifti ama muhalefet olmak için değil çözümü beyan etmek için muhalifti. Yayınlanan ilk şiiri olan Kuran'a Hitap’ta kıyasıya eleştirmişti. Eleştirmişti, milletine hakikati beyan etmek için "İnmemiştir hele Kur'an" demişti. Derdi olmayan bunu diyemezdi, diyemediler. Kendini adadığı davayı ve davanın muhatabı olan insanlarını, ilk sırada milletini, kendinden önce düşünmüştü hep.
Müthiş bir iman adamı müthiş bir aksiyon insanıydı. Sevmezdi alkışı, makam mevkide yoktu gözü. Hasbiydi, inanmadığı hissetmediği doğrultuda yaşayamaz ve yazamazdı. Bunu, yazdığı o engin duygu ve mana yüklü eserlerinden anlıyoruz.
Ülkenin hali... 600 sene İslam için cihad etmiş bir devlet artık son demlerine gelmişti. Düşman dört bir yanı sarmıştı. Tarih; ''Ya istiklal! Ya ölüm!'' diyerek milleti kurtaracakları da, esareti, zilleti kabul edecek olanları da yazacak, bunları en keskin çizgilerle ayıracaktı.
Ülkenin hali... 600 sene İslam için cihad etmiş bir devlet artık son demlerine gelmişti. Düşman dört bir yanı sarmıştı. Tarih; ''Ya istiklal! Ya ölüm!'' diyerek milleti kurtaracakları da, esareti, zilleti kabul edecek olanları da yazacak, bunları en keskin çizgilerle ayıracaktı.
Akif'in kalbi Müslüman bir tavırla hürriyetperverce istiklal diye atıyordu. Çanakkale günlerinde Akif Berlin'deydi. Bir ara Arabistan'da da bulunmuştu fakat bu maddi bir mevcudiyetten fazlası değildi. Bedenen oradaydı ama ruhen, zikren, fikren istiklaldeydi, Çanakkale’deydi Akif. Her günün sabahında sorardı Çanakkale’yi, yüreğinde vatan vardı. Çünkü vatan sevdalıları bir an çıkaramazlardı onu hallerinden, hayatlarından. Öyle sağlam bir rabıta meydana gelmişti ki şiirlerine bakan, onu Çanakkale'de sanırdı. Belki hakikaten Akif oradaydı. Zira büyükler, mekânın dar çerçevelerine sığabilecek kadar küçük değillerdir.
Mehmed Akif; Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerine şahit olmuş, bu iki dönem arasındaki geçiş döneminde çok mühim bir vazife ihya etmişti. İstiklal Harbi sırasında, Eşref Edip ile şehir şehir, kasaba kasaba dolaşarak vaazlarıyla, yazılarıyla Anadolu’da bağımsızlık yoluna baş koymuş, Kuva-i Milliye ruhunu desteklemişti. Ama yeri geldiğinde milletin ve vatanın bekası uğruna kötü gidişatı eleştirmekten de çekinmemişti. Halka yönelttiği özeleştiriler zamanın entelektüel krizlerine cevap olmuştu. O bütün bunları sevdası ve davası uğruna yapmıştı. Müslümanların istikbali Türk Milleti’nin istiklali uğrunda düşünmüş böyle yazmıştı. Bu yüzden milli kurtuluş hareketini desteklemiş, milli mücadeleye katılmıştı. Hatta milli mücadelenin sivil kolunda önder bir isim olmuştu.
Mehmed Akif; Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerine şahit olmuş, bu iki dönem arasındaki geçiş döneminde çok mühim bir vazife ihya etmişti. İstiklal Harbi sırasında, Eşref Edip ile şehir şehir, kasaba kasaba dolaşarak vaazlarıyla, yazılarıyla Anadolu’da bağımsızlık yoluna baş koymuş, Kuva-i Milliye ruhunu desteklemişti. Ama yeri geldiğinde milletin ve vatanın bekası uğruna kötü gidişatı eleştirmekten de çekinmemişti. Halka yönelttiği özeleştiriler zamanın entelektüel krizlerine cevap olmuştu. O bütün bunları sevdası ve davası uğruna yapmıştı. Müslümanların istikbali Türk Milleti’nin istiklali uğrunda düşünmüş böyle yazmıştı. Bu yüzden milli kurtuluş hareketini desteklemiş, milli mücadeleye katılmıştı. Hatta milli mücadelenin sivil kolunda önder bir isim olmuştu.
Kimi zaman Berlin’de kimi zaman Arabistan’da kimi zaman Anadolu’da olsa da en büyük ülküsü halkı aydınlatmak, vatanın bekasını sağlamak ve milletini hep ileri taşımak olmuştu. Her hareketi bu doğrultudaydı. Yaşamı, sloganların adamı değil hareket adamı olduğunu kanıtlamıştır zaten.
Teorik ve pratik yönlerle insanları aydınlatması onun milleti kurtaracak hasletlere sahip olduğunu göstermişti. Milletin kurtuluşu için kafa yorması; çok yönlü olmasını, maddi ve manevi ilimlere olan muhabbetinin daha da artmasını sağlamıştır. Kur'an mütercimi olması hasebiyle manevi ilimlere, veteriner hekim olması hasebiyle pozitif bilimlere olan vukufiyeti onun maddi ve manevi olarak zayıflayan toplumun eksik noktalarını teşhis etmesinde çok büyük rol oynamıştı.
Dolayısıyla Akif, sadece şair değildi. Bir düşünür bir aydındı aynı zamanda. Topluma yön vermiş olan hareketleri onu tarihi bir şahsiyet haline getirmişti.
Görüşleri ve düşünüşleri birbirinden farklı olsa bile Türk halkı onun yazdığı ve İstiklal Marşı adını verdiği o mana yüklü dizelerde birleşmişti hep. Milleti birleştiren dizeleri kaleme almak, hissetmenin ve vatan davasını dert edinmenin en açık göstergesi değil midir? O, vatan davasını ve istiklal sevdasını satırlara ilmek ilmek dokumuş bir gönül işçisiydi adeta.
Akif’in kaleme aldığı “Kahraman Ordumuza” diyerek ordu-millet bütünlüğü içinde esasen Türk halkına armağan ettiği ve daha sonra İstiklal Marşı kabul edilecek olan bu eser bir bütün içerisinde herkesi kucaklamıyor mu? Millet daha henüz neticeye ulaşamamışken Türkiye, istiklaline tamamıyla kavuşamamışken Akif yarınlardan ve haktan ümidini kesmiyor.
Ama en çok gençlere güveniyor Akif. Çünkü ona göre gençlik, sadece gelecek nesiller anlamına gelmiyor, geçmişine sahip çıkan bireyleri, değerlerinden beslenen bir ideali temsil ediyordu. Onun ideal Türk genci tanımlaması “Asım’ın Nesli” olarak vücut buluyordu satırlarda. “Çanakkale Şehitlerine” şiirinde:
Görüşleri ve düşünüşleri birbirinden farklı olsa bile Türk halkı onun yazdığı ve İstiklal Marşı adını verdiği o mana yüklü dizelerde birleşmişti hep. Milleti birleştiren dizeleri kaleme almak, hissetmenin ve vatan davasını dert edinmenin en açık göstergesi değil midir? O, vatan davasını ve istiklal sevdasını satırlara ilmek ilmek dokumuş bir gönül işçisiydi adeta.
Akif’in kaleme aldığı “Kahraman Ordumuza” diyerek ordu-millet bütünlüğü içinde esasen Türk halkına armağan ettiği ve daha sonra İstiklal Marşı kabul edilecek olan bu eser bir bütün içerisinde herkesi kucaklamıyor mu? Millet daha henüz neticeye ulaşamamışken Türkiye, istiklaline tamamıyla kavuşamamışken Akif yarınlardan ve haktan ümidini kesmiyor.
Ama en çok gençlere güveniyor Akif. Çünkü ona göre gençlik, sadece gelecek nesiller anlamına gelmiyor, geçmişine sahip çıkan bireyleri, değerlerinden beslenen bir ideali temsil ediyordu. Onun ideal Türk genci tanımlaması “Asım’ın Nesli” olarak vücut buluyordu satırlarda. “Çanakkale Şehitlerine” şiirinde:
"Asım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek." derken aslında bir ayna oluyordu duygularına. Derinlerden gelen hislerine şiirleri tercüman oluyordu.
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek." derken aslında bir ayna oluyordu duygularına. Derinlerden gelen hislerine şiirleri tercüman oluyordu.
Kimdi bu Asım’ın nesli? Hangi özellikleri vardı ki "Nesilmiş gerçek…" diye övünüyordu onunla. Yere göğe sığdıramıyordu. Bizzat Safahat adlı eserinin “Asım” adlı bölümünde açıkça ifade ediyordu bu neslin meziyetlerini:
İman zırhını ruhuna giymiş, irfan, fazilet ve bilgisiyle bir medeniyete yön verebilecek güçte; kişiliği parmakla gösterilen, karakteri atalarından izler taşıyan, sahip çıkmak, uğruna feda olmak deyince aklına ilk vatanı, milleti ve dini gelen, dahası bunları yüceltmek için tüm imkânları seferber eden bir gençlikten bahsediyordu Akif. İnandığı değerler uğruna ölümü; düğün, bayram bilen bir nesle güveniyordu. Tarihiyle bütünleşmiş bir gençlikten ilham alıyordu. Yeni nesillerin ancak ilimle fenle yetişeceğine inanıyordu. İslami ilimlerle donanımlı, Batı'nın o dönemlerde başarılı olduğu ilimleri de özümsemiş, Doğu'ya da Batı'ya da hâkim, tarihini hıfzetmiş bir gençlikle aynı ruhu taşıyordu adeta. Ve ne mutlu ki 'O gençliğin' omuzlarında göçtü gitti bu dünyadan.
Akif’e ait en güzel tespiti Hüseyin Cahit Yalçın yapmıştı, diyordu ki: "Mehmet Âkif'in hayatı, eserlerinden çok daha muhteşem bir şiirdir."
İman zırhını ruhuna giymiş, irfan, fazilet ve bilgisiyle bir medeniyete yön verebilecek güçte; kişiliği parmakla gösterilen, karakteri atalarından izler taşıyan, sahip çıkmak, uğruna feda olmak deyince aklına ilk vatanı, milleti ve dini gelen, dahası bunları yüceltmek için tüm imkânları seferber eden bir gençlikten bahsediyordu Akif. İnandığı değerler uğruna ölümü; düğün, bayram bilen bir nesle güveniyordu. Tarihiyle bütünleşmiş bir gençlikten ilham alıyordu. Yeni nesillerin ancak ilimle fenle yetişeceğine inanıyordu. İslami ilimlerle donanımlı, Batı'nın o dönemlerde başarılı olduğu ilimleri de özümsemiş, Doğu'ya da Batı'ya da hâkim, tarihini hıfzetmiş bir gençlikle aynı ruhu taşıyordu adeta. Ve ne mutlu ki 'O gençliğin' omuzlarında göçtü gitti bu dünyadan.
Akif’e ait en güzel tespiti Hüseyin Cahit Yalçın yapmıştı, diyordu ki: "Mehmet Âkif'in hayatı, eserlerinden çok daha muhteşem bir şiirdir."
Onun aramızdan ayrılırken "Yarabbi bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırtma!" arzusu bize bıraktığı en büyük mirastır.
Bize de; geçmişimizden aldığımız dersle, ilhamla, aşkla, inançla geleceğe yürüyen bir gençlik olmak düşer. Onu anlamak ve anlatmakla devam edecek bir hayatın güzelliğiyle…